17 Ekim 2011 Pazartesi

Sen Sür

Her gün yaptığım gibi yine o pis durağın önünde bekleyip duruyordum. Yağmur yine ortalığı darma duman etmiş,altyapısı bulunmayan ve de belediyesi çalışmayan semtimizin tabir caiz ise amına koymuş, tüm gece yağmıştı. Ama tam moda girip duygusal dakikalar yaşayacağımız anlarda ise duruyordu. Yağmıyordu işte, sadece yerleri ıslatıp sktir olup gidiyordu.

Tam bu esnada İETT portföyünde yer alan en eski şey önümüzde durdu. Akbil kart şeysini çok önceden cebimden çıkarmış ve öttüren kısmını hazır etmiştim. Gerçi bunların her iki kısmı da ötüyormuş,sonradan öğrendim. Aklımdan bu ve benzeri şeyler geçerken "Basma lan basma!" dedi. "Gel sür sürebilcen mi?"

24 senelik babamdan almadığım "Gel sür,sürücen mi?" teklifini bu güler yüzlü şöför sunuyordu önüme. Gerçi bizim hiç arabamız olmadı. Dolayısı ile babamın bu yönden suçlayamam. Rızkımızı sikimsonik bir Toros'a bağlamasına genç yaşıma rağmen katiyen göz yumamazdım. Fakat muazzamdır babasının kucağında direksiyonu sallarken mahalleye giren çocuğun afra tafrası. "Gaza da sen mi basıyodun lan?" sorusuna "Tabi lan ne sanndınız" derken parlayan göz bebeklerine sıçtığımın çocuğu, 12 yaşıma kadar evde bulduğum terlik sopa kitap mitap herşeyle "arabacılık" oynamama sebepti.

Gelgelelim yıllar geçtikçe o piç şöför mahallindeki yerini sağlamlaştırırken biz kah toplu taşıma ile kah yayan sürdürdük geleneği. Zamanla kendimizi "Olum araba nedir ki ya bi yerden bi yere gitmeye yarar işte hava atmaya lüzum yok ki, hem trafik stres falan ben gelemem, ayrıca eksoz gazları çevremizi ve atmosferi hedehödölölö" diye avutmayı becermiştik. Yine de derinlerden bi ses "Arabalı Çocuk 1 - Murat 0" şeklinde anons etmişti mağlubiyetimizi. Sineye çekmede mekan zaman tanımam.

"Sürücen mi lan?" dedi tekrar, bu sefer ciddi ve tok bi sesle... Otobüste oturanların, akbil kuyruğundakilerin hatta dışarıda meraklı bi kalabalığın bana baktığını farkettim. "Eheheh süremiyom ben ya" diyip arka kapıya doğru buharlaşarak atmosfere karıştım.

Hiç yorum yok: