Tek katlı ve eski taştan yapılmış bir binaydı bu. Barındırdıklarının eskiliğini vurgularcasına gri, yaşlı, yılgın ve binyıllardır orada gibi görünüyordu. Kapısının üzerinde bir ampul ile aydınlatılmaya çalışılan tabelası duruyordu.
"T.C KÜLTÜR BAKANLIĞI
AFYON ARKEOLOJİ MÜZESİ"
Tozlu bir ampulün aydınlattığı bu ahşap tabela yol üzerinde fakat görünmez yapıyordu müzeyi. Önünden geçiliyor girilmiyor, görülüyor okunmuyordu.
Her zaman ki kasvetine yağmuru ve karanlığı da ekleyerek, hasbelkader kendisini farkedecekleri sıkıntdan boğacak bir görüntü almıştı. Bahçesinde kim bilir nereden getirilmiş ve kim bilir ne zamandan beri orada olan eski lahitler ile bir kaç Osmanlıca mezar taşı ıslanıyordu. Bu eski taş yığınlarının şehirde kimsenin ilgisini çekmediği ve çalınmasından endişe dahi edilmediği için bahçe demirleri kısa tutulmuştu. Bahçevanın da üşengeçliği yüzünden yabani otlar her tarafını kuşatmıştı müzenin. Yağmur ivmesini sabitlemiş, durmaksızın yağıyordu.
"Şu taşlar.." dedi. "Biz yokken de bu müzedeydiler, biz geldik gidiyoruz ulan.. Onlar yine müzede olacaklar.. Kim bilir bu gördükleri kaçıncı sert yağmurdur..." Müze bahçesindeki taşlar üzerinden ömür muhakemesi yanan kırmızı ışığı da sanki yıllardır yanıyormuş gibi hissettirmişti. Kafasını kaldırıp baktı. Aynı renkteydi.
"Geçen zamanı hep böyle derinliksiz mi incelersin? " diye sordu.. "3 yıl önce ölen babanın 89 model otomobilinde 18.yüzyılda toprak olmuş insanların mezar taşlarına bakarak mı hesaba çekeceksin ömrünü?"
Kırmızı hala yanıyordu. Yıllardır ertelediği hesaplaşmaya bir kırmızı ışıkta başlamak aklında yoktu. Kulaklarında çınlayan "baba, araba, müze.." 45 sene beklemişti herkesin gitmesini. Yaşlı insanların arasında büyüyen bir çocukken en sona kalanın kendisi olacağını anlayalı kaç yıl olmuştu, sıralı ölümlere üzülmemeyi ne zaman kabul etmişti, hatırlamıyordu. Ama 45 sene olmuştu ve herkes gitmişti. "Babamı gömerken ağlamadım. Beni bu yüzden ayıplayacak kimse kalmamıştı.."
Müzenin girişine baktı. Burası ile ilgili hatıraları olup olmadığını düşündü. "Kronoloji" demişti bıyıklı ve sigara kokan müze müdürü. "Gördüğünüz her parça kronolojik sıraya göre dizilmiştir" Bir ilkokul gezisi olmalıydı. Müze; tahta kapısına, gri pencerelerine, yosunlu kiremitlerine kadar aynıydı. "Kronoloji" dedi tekrar. Buna itimat etmekle geçen ömrü hiç şaşırtmamıştı kendisini. Herşey zamanında başlamış zamanı kadar sürmüş ve tam zamanında bitmişti. Ömrünü griye bürüyen buydu işte... "Kronoloji mi? Bence yaşam başka bir sürü parametreye bağlı bir süreç.. Sen sadece biraz şanslıydın. Kazanmak için değil tabi, sırayla yitirmek için.."
Yağmur şiddetini arttırıyor, silecekler yetişemiyor camdaki durağan yol görüntüsü bir belirip bir kayboluyordu..
Nihayet yeşil.. Aniden direksiyonu sağa, yani müzeye doğru kırdı. Paslı müze kapısının önünde otomobilini durdurdu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder