30 Eylül 2010 Perşembe

Şirkete Geldi Aşkımız Tüm Departman Şaşkınız

"Peki neden bizim şirketimiz?"

Hiç böyle bi soruya maruz kalmadım, bu tarz soruları soracak kadar kurumsal şirketler ve şirket kişileri ile işim olmadı. Zaten "şirket" kelimesi beni her daim ayar etmiştir. "Şirkette misin, şirkete geldim, şirketten arkadaşlar, şirketten aradılar vs vs".. Böyle kalıptan çıkmış gibi düz, kravatlı, takım elbiseli adam dialoğu lan şirket dialogları. Kasıntı, "metropol insanıyız ya yoğunuz, koşuşturuyoruz, aman ne kadar kurumsalız ne de önemliyiz" tavırlarında adamlar canlanıveriyor gözümde.

Şimdi bu çalıştığım işletmede (ki bu işletme de resmi olarak şirket ama sanayide bi dükkanız biz) kendimi geliştirirsem (neye göre kime göre) muhtemelen o iğrendiğim şirket insanlarından biri olacağım. Şimdilik arayan sorana "abi" diyebiliyorum fakat bi level atladığımda min. "bey" den açıcaz kapıyı "efendim" ler "emredersiniz"ler havada uçuşacak.

Yok dayı yok.

"Enseye tarak g.te parmak" sektörlere yelken açıyorum tez zamanda.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Ölümcül

-Peki ölümden korkar mısın?
-Yok yeaa ne korkucam… Günü gelince hepimiz ölücez...


Fazla özgüven mi yoksa boş cesaret mi bilemiyorum ama özenirim “Ölümden korkmuyorum” diyen adama. Sanki az sonra cepheye gidicek kodumun cesuru. Ses tonunu da ayarlayıp söyledi mi ortamda (bir başkası “bende korkmuyom lan” diyene dek) kral odur. Ölümden korkmayan adam… Vay babayın kemüğüne!

Ben ölümden korktum bi dönem.

Tam ergen olmak üzere idim sanırım. Ebeveynlerin İstanbul’a gidip bizi eş dost akrabaya emanet ettiği günlerdi. Akrabalarımızın yanına sürüldük. Gerçi evde biri benden üç yaş büyük kız, diğeri de iki yaş ufak erkek kuzenimiz vardı. Oraya gitmek o evde iki üç gün geçirmek eğlenceli olacaktı. muhtemelen. Ayrıca onların da anne ve babaları bi yerlere gitmişti. (O dönem ebeveynler neden hep bi yerlere gitmiş bu da araştırılmalı ya neyse..)

Okulda bi kaç kez kulak misafiri olmuştum. Bi adam varmış, bi şarkısı varmış bunu duyanlar ölüyomuş kendini kesiyomuş asıyomuş falan. Önce pek ilgimi çekmedi. Saçma geldi. Daha sonra herkesten duymaya başladım bu muhabbeti. Arkarabalarda kaldığımız üçüncü gün falandı. Benden daha büyük ve ergenliğe girmiş haliyle adı aşk meşk ve çıkma olaylarına karışmış kuzen elinde 90lık Raks Müzik yazan bi kasetle gelip “Bak sana bi şarkı dinletçem bu şarkıyı yazan çocuk yazdıktan sonra intihar etmiş kendini. Şarkıyı dinleyen 7 kişi de kendini öldürmüş”

Ananıskim ulan ne güzel mortıl kombat oynayıp aburcubur yiyoduk ebeveyn yokluğunda! Nerden çıktı bu şarkı? Tövbe tövbe… Gözlerini hayretle açmış benim de şaşırmamı bekler gibi bakıyordu. Hafif titrek bi sesle “Aaaa neden ki?” diye sorabildim. “Adam bunu sevgilisine yazmış kız bunu terk etmiş ondan sonra da …..” muhtemelen yarısını kendi yazıp yarısını da başkalarından duyduğu bir hikaye ile ağzıma sıçmıştı. Elinde tuttuğu kasedi takıp şarkıyı dinletecek diye ödüm bokuma karışıyordu. “Ya bende şarkıyı dinleyip kendimi kesersem! “Ya sevdiğim bi kız varsa, beni terk ederse”

İç sesimle kendimi sorgulamaya başladım; “Seviyo muyum abi ben birini, yok ya. Ama var bi kaç kız da öyle çok sevmiyorum yani kendimi niye atıyım abi balkondan atmam ya yok yok atmam”

Bu esnada kuzenim kasedi takıp boşunu almaya başlamıştı… Engel olamamıştım ve işte aha elektrogitar sesi…. Hakkaten irkilten bi ses çıktı Roadmaster marka teyipten. Ama sonra…

Sadece “ölüreeeem… seeeeeen...” ve “gözlerindeeeeeen ” kelimelerini seçebildiğim, bildiğin kuzu gibi meleyen bir adam sesi... Kuzenim etkilenmiş gibi şarkıya eşlik ediyordu ama ben bu meleyen adamın söylediği sözleri bile seçemiyordum. Şarkıdan etkilenmemiş ve ölmemiş-öldürmemiştim kendimi. Bu aragaz ve güven duygusu ile “Skerim lan!” diyip teyibi kapadım. Kuzenim “Aaaa noldu ya dinlesene bak adam kendini kesmiş…” derken “Sus lan sus” diyip duygusallıktan uzak çok materyalist söylemlerle aşk meşk işlerini bokladım, kendini öldürenleri aptallıkla suçladım vs vs… (Yıllar sonra üniversite yıllarımda Murat Kekilli şarkısına benzer bi hikaye ile patlayan “Hayalet Sevgilim” isimli eser içinde aynı görüş ve yorumda olmam da ne kadar düz bir çizgide ilerlediğimin kanıtı değil midir canlarım? Tahta gibiyim, 23 yıldır dümdüz.)

O gün bugündür ölümden korkmuyorum desem yalan olur. Bi kaç kez karşıdan karşıya geçerken falan ödüm bokuma karışmadı değil. Depremlerde falan da tırstık bayağı. Ölmekten korkarım ama Murat Kekilli’den asla.
Resimler için ShEker_ChoCuX_93'e teşekkürler.

Arkadaş Tavsiyesi

Reklamlara değinmek istiyorum canlarım.

Reklam bize bir ürünü tanıtmak, ünlü-ünsüz yüzler kullanarak, reklam sloganları ile ürünü tavsiye etmek “alın” demek amacı ile yok mu? Var.

Reklamlarda neden hep TRT Türkçesi konuşulur yahut yazılır. (Yabancı dilde sloganları falan siktir ediyorum)

Kendinizi bir arkadaşınıza bir ürünü tavsiye ederken düşünün.Sıralıyorum;

-Al lan al, valla aldık biz geçen lezzetli yani

-Hacı güzel lan, içiliyo

-Olum kalite mal.

Bunlar soft halleri tavsiyelerin.En bilineni;

-Olum süper lan!
Hayatı boyunca birine bişeyi tavsiye etmiş, özendirmiş olan vatandaşlarımızın kesin olarak kullandığı cümle “Olum süper laaaan!” iken neden ürünler ile alakalı dolaylı yollardan dandirik hikayelerle, uyduruk sloganlarla, sikik ünlülerin samimiyetsiz gülüşleriyle yaptıkları tanıtımlara maruz kalıyoruz? Reklamında oynayan tikiler ve dialoglarından etkilenip Doritos alan var mı? Hayır yok tabi, abisinden, arkadaşından "Olum biranın yanına doritos alıcan" tavsiyesi ile alıp yiyen ve sürekli tüketenler var. Ya da Mavi Jeans reklamında ki piçirikler götlerine kot pantolon geçirip "Burası İstanbul" dedi diye "İstanbuldayık lan gidip Mavi'den kot alalım karıya kıza öyle yazılalım" diyen olmuş mudur? "Kalite kot başkan, ben aldıydım bi tane 6 yıldır giyiyorum bi göt cebi delindi o da cüzdandan" dese biri hak verir Mavi'den kot almayı düşünebilirim.

Sokak tabirleri, kısmen argo ve “lan” kelimesi reklam dünyasına girmeli abilerim. İddia ediyorum daha samimi bir dille BİM’in at çükünden imal ettiği sucuk bile özendirilebilir.

Reklam Denetleme Kurulu diye bi sik var, reklamları denetliyor, yayınlanmalarına izin veriyor yahut vermiyor argo içerikli bir reklama da engel olabilirler, ama TV’de yayınlanan yayınlar örnek teşkil edebilir. Her “Lan” kelimesi için kanal kapatılmadığına göre içinde “Lan” yahut başka gün içinde her birimizin kullandığı genel argo kelimelerin kullanılması reklamın yayınlanması adına bir problem oluşturmayacaktır.(oluşturmamalı, sikerim)Tabi bunun yanında bu söylediğim basit ucuz gündelik alınan satılan ürünler için geçerli. Yoksa atıyorum Garanti reklamında

-Ouuuv hacı abi ne haber ya?
-İyi nabalım bankaya para yatırmaya
-Lan olum Garanti’ye yatırsana parayı deli faiz oranı var Garanti’de, sırf faiziylen geçinirsin şerefsizim
dialoğu hoş olmaz değil mi? “Yatırım düşmanı” diye sallandırırlar adamı Taksim’de. Zaten son dakika duyumuyla öğrendim faiz harammış lan.

Aşırı kurumsal, emperyalist totoşların (Coca Cola, Nestle, Mc Donalds vb.) bu tarz reklamlara ihtiyacı yok muhakkak ama piyasaya yeni dalış yapan bir ürünün reklamında bu tarz bir konuşma dili seçilse… Doğanay Limonata reklam işini bana vereydi Uludağ’ın amına koyardık da içilmiyo lan bu çok iğrenç… Neyse görüşmek dileğiyle. Esen kalın.

28 Eylül 2010 Salı

Üç İnsan İki Dialog

Ezen ben;

-Abi be 5 kuruş be abiiiim
-Yok patron yok abla hadi.
-Bak sevdiğinin adını söyleyem sana falına bakam
-Sktirtme sevdiğimin adını yürü lan yürü git.
-Abii hadi be abiii...

Ezilen ben;

-Abi be iki banko maç versene be
-Valla bakmadım bültene
-Abi hadi be abi para lazım
-Milan alır gibi duruyo ama
-321 – 2… Evet bi maç daha abi be abii…

25 Eylül 2010 Cumartesi

Let's Kick The Racism Out Of İETT

Çanakkale'de zenci mi vardı lan!


Vardı bi zamanlar Kompela bizdeydi bi sezon, sonra Mapeza falan da oynadı. Ama stadtan gördük hep, aynı sosyal ve kamuya açık alanlarda hiç bulunmadık ki..

Metropolü metropol yapan içindeki zencidir canlarım. Dünya üzerindeki tüm metropoller birbirinden farklı tipte, bir çok ırktan insanı bulundurur. Zaten sırf beyazlardan,sırf çekik gözlülerden yada sırf zenciden oluşan bir metropol olmaz. (%100 zenci metropol siksen olmaz, anca Açlık Cumhuriyeti olur ya neyse). İstanbul da bir metropol olarak içinde bir çok zenciyi barındırıyor. Alıştım. Otobüste, minibüste, metroda sokakta cafede sinemada orda burada her yerde zenci görebiliyorum "Anaaaa zenci la bu" demiyorum eskisi gibi. Ama bu sabah itibariyle o metropol insanı genişliğini, o cool tavrı yitirdim artık.

Sabah saat 8.10 suları her zamanki gibi 25A denen İETT'nin en sikik en eski otobüslerini tahsis ettiği hattı ile iş yerime gidiyordum. Genellikle karadeniz bölgesi insanlarından oluşan bir yolcu portföyü vardır bu 25A'nın. Fakat bu sabah Pazar Mahallesi'nde siyahi bir çekirdek aile bu kadroya dahil oldu. "Okuyeeokunwanneokuchekwu" şeklinde gülerek-konuşarak bindiler otobüse bir anne bir baba bir de velet. Otobüsün dikine karşılıklı dizilmiş koltuklarda tam önüme oturdular. Renk itibari ile ilgi çekmemeleri imkansızdı zaten fakat ellerindeki velet hepten ilgi odağı haline gelmişti. Sağa sola koşturması, gülmesi, millete sarılması öpmesi falan...

"Türlü maymunluklar" diyebileceğimiz, ırkına yakışan her türlü yavşaklığı yapıyordu bu 3 yaşındaki minik Obafemi.. Yaşlı amcalar göbeklerini hoplata hopalata güldüler bu ite, dershane kızları "Ay çok şiriiieeeen" diye gülerek okşayarak sevdiler, "Len! Arap! Ehehehe" diye gülüştü gençler.

Fakat tam karşısında oturmama rağmen bana hiç pas vermiyordu bu it. Tam da otobüsteki popülaritesi tavan yapmış iken birden göz göze geldik. Ben her daim baktığım hafif odunsu hafif sinirli bakış ile baktım, o da "Ne o len bi problem mi var, görmüyosun galiba arkamdaki kitleyi, isteseM Tarabya Bayırı'ndan aşağı atarırım seni otobüsten" der gibi baktı. Bakışmamız totalde 3 sn sürdü.

Sonra gelip bacağıma yalandan bi yumruk attı..! Çocuğun anne ve babasına Diego Lugano hakeme bakar gibi bir baktım. Kadıncağız çocuğunu bir çantaymış bir poşetmiş gibi tutup çekti kendine doğru. Artık nası bi hissiyat uyandırdıysam? Bu durumla beraber 25A'daki ufak çaptaki Cosby Show sona ermişti. Herkes işine gücüne baktı.

Zaten güne sinirle başlıyorum ben sayın okurlarım. Uykudan uyanınca 30 Ahmet Çakar gücünde agresifleşip laf soktuğum rivayet edilir. Bu piçe de içten içe bileniyor ".mını sktimin maymunu" diye verip veriştiriyordum. Kim bilir belki de ezik geçen çocukluğumun acısını bu sevgi yumağı haline gelen küçük JayJay dan çıkarıyordum. Belki zenci değil ama daha şirin bi çocuk olsam herşey daha farklı olabilirdi...

21 Eylül 2010 Salı

Cuma



Cuma haftanın son iş günüdür. Cuma Küçükkuyu’da “Halk Pazarı” günüdür. Cuma taze peynir, çeşit meyve, ucuz bisküvi-SenSun gazoz demektir. Cuma yeni don yeni atlet belki de yeni kazaktır. Balıkhanede çalışıp 10 lira aldığım gündür Cuma. Akşam maç-internet kafe FIFA 2000... Cebimizde para var, tv de Beyaz Show var, yarın okul yok…

Cuma öğrencinin mübarek günüdür.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Acı Gerçekler 6

Her milletten mafyalar kapışsa mesela, Japon Jakuzaları, İtalyanın Sicilyalıları, Kolombiyalı Uyuşturucu Mafyaları, Türkiye’den de ben; “Ülkemi en iyi şekilde temsil edicem, rakipler zorlu ama bizim de eniştemiz var emniyet müdürü tanıdıklarımız var…” (Yakında bu civarda)

Fettullah Gülen Fatiha’yı yanlış ezberlemiş olsa, bütün namazları geçersiz sayılsa, çok pis dalga geçerdim, hiç acımazdım. “Veleddaaaallin...?”

Ve işte düğünlerde çeyrek altın takan biriyim artık, düğüne özel ceketler pantolonlar falan, klasik hemde. En son bir düğün için özel olarak aldığım giyecek ışıklı ayakkabı idi. Arada ki süreç çok hızlı gelişti bi sikim anlamadım. Şimdi tek bildiğim; “Hayat sen ne çabuk harcadın beni!”

Tekrar İstanbul'dayım. İzmir-Çanakkale karayolu ne ferahtı ulan. Kahrol Büyükdere Caddesi.
Sende mi Sentetiyen?

16 Eylül 2010 Perşembe

Kalbiniz Değerlidir


-Dünya Kalp Haftası nedeni ile kalp sağlığı ile ilgili halkımızı bilgilediriyoruz blablabla...
-12 yıldır tribüncüyüm, 2 kere küme düştük bu sene 3.ye düşüyoruz, sağlamım.
-Anladım.

Dardanelspor! Doymuş yağ oranı düşük doymamış yağ oranı da düşük...

Hep düşük .mınıskim

2 Eylül 2010 Perşembe

Gibi Gibiyim

Gibi gibiyim gibiyim gibi gibiyim gibi gibiyim gibiyiiiiim…. Pijamayı çekince Kral Artur gibiyim, süveter giyince tarihçi gibiyim, atkı takınca reis gibiyim, kızların yanında kuzenleri gibiyim, cafelerde-barlarda garson gibiyim, yemeklerde manda gibiyim, mesai içinde memur gibiyim, mesai bitimi çita gibiyim, otobüste minibüste fortçu, metroda rapci gibiyim, misafirlikte kuzu gibiyim, ağırlarken meşgul gibiyim, çatılmış kaşlarımla sanki düşman giyim...

Kimse yokken ben gibiyim, birisi varken o gibiyim...

Motoru soğumaya alırken son bi yazı yazıp tatile gidiyorum, yayın bitti.