Batıdan
doğan her “fesat” yaklaşık olarak yüz sene sonra bize sirayet eder. Sanayi
devrimi, parlamenter sistem, demokrasi, çok partili düzen vs.. Yolun
uzunluğundan mı yoksa b
izimkilerin “Evvela göğsümüzde istop edelim sonra şutumuzu çekeriz” ihtiyatlılığından mıdır bilinmez ama batı medeniyetine fazlaca öykünmemize rağmen batıya geç kalmışlığımız mutlaktır.
18.yy
sonlarında filizlenen kadın hakları hareketleri de bize ancak Tanzimat’ın
akabinde ulaşmıştır. Tanzimat ile beraber kadınlar dergi, gazete ve benzeri
yayınlar çıkartarak ufaktan hak arayışına girişmişlerdi. Fakat ilk dönem
hareket-i nisvanın kadına “mevcut ataerkil yapıyı muhafaza şartıyla statü
kazandırma” tırtlığı o yıllar için somut manada kadınlara statü ve hak
babında pek faideli olmadı. Yine de kadınlara özel gazete ve dergi işinde uğraş
veren isimlerin kadın hakları konusunda coğrafyamızın arketipleri olduğunu
belirtmek lazımdır.
II.Meşrutiyet’e
kadar kadın hakları ve kadın örgütlenmeleri konusunda çok sert bir çıkış
görülmedi. Fakat örgütlenmekten de vazgeçmediler. Meclis-i Mebusan’ın açılışını
izlemek isteyen İstanbullu kadınlar bu talepleri reddedilirse İngiliz kadınlar
gibi nümayiş çıkaracaklarını belirtip idareyi tehdit etmişlerdi. Bu o dönem
için ses getiren bir olay oldu.
Cumhuriyetin
ilanının ardından işte nihayet; belki de coğrafyamızda vuku bulacak kadın
hareketlerinin gelecekteki kalibresini belirleyecek alışılmadık bir oluşum
ortaya çıktı. İlk dönem feminist hareketlerinde yazılarıyla mesai kaydetmiş,
sosyoloji, pedagoji psikoloji ve edebiyatta yazılı eserler vermiş, kadın
hareketinin kafa isimlerinden Nezihe Muhiddin 16 Haziran 1923 tarihinde
ve Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan da evvel Kadınlar Halk Fırkası
isimli partinin kuruluş dilekçesini meclise iletti. Nezihe Muhiddin kurduğu
siyasi partinin gayesini kısaca şöyle açıklıyordu; “Yeni fırka isminden
anlaşıldığı gibi siyasi ceryanlara dahil olmak arzusunda değildir. Muhterem
heyetin her şeyden evvel emeli kadınlık alemini bu harekete muktedir bir
dereceye terfi etmek ve bilhassa memleketin içtimai ve iktisadi terakki
gayelerinin tahakkukunu temin etmektir. Bunun için bidayeten kadınları tenvir,
onları müstakbel vazifelerine ihzar etmek arzusundadırlar. Bu vazifeler
ise,evvela analık ve sonra aile kadını vazifeleridir..”
Olay
basında “Kadınlar mebus olmak istiyor” şeklinde yankı buldu. İçişleri
Bakanlığı şaşkındı. Zira dönemin seçme-seçilme kanununda kadın hem seçemiyor
hem de seçilemiyor konumdaydı. Önlerinde ise salt kadınlardan mütevellit bir
siyasi partinin kuruluş dilekçesi vardı. Bakanlık yaklaşık sekiz ay boyunca
bekledi ve partinin kuruluşuna müsaade etmedi. Resmi gerekçesi seçme ve seçilme
kanununda kadınlara dair herhangi bir maddenin bulunmuyor oluşu idi. Fakat esas ret sebebinin parti programında yer alan
“Kadınların belediye seçimlerinde aday olabilmesi” ve “Savaş
durumunda kadınların askerlik görevi ifa edebilmesi” gibi maddeler olduğu
dedikodusu yayılmıştı.
Bu
esnada dönemin “erkek” dergilerinden Akbaba Nezihe Muhiddin’in kurduğu bu
partinin programını Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin 9 maddelik programına
benzeterek dalga geçiyordu;
- Hâkimiyet bilakayd ü şart kadınlarındır.
- Her zevç, zevcesine itaate mecburdur. (Her koca, karısına itaate mecburdur.)
- Bütün ev işleri erkeklere aittir.
- Erkek, kadının müsaadesi olmadıkça harem dairesinden dışarı çıkamayacaktır.
- Muaşakatın sürat ve emniyetini temin için her mahallede gişeler açılacaktır.
- Dulların istikbali temin edilecektir.
- Ziynet eşyasının ithali serbesttir.
- Taaddüt i zevcat memnudur. (Dört kadınla evlilik yasaktır.)
- Her kadın, indellüzum (gerektiğinde), kırk yaşına gelen zevcini (kocasını) tekaüde sevke (emekliye ayırmaya) veya gayri faale tefrike (ayırmaya) yetkilidir.
Erkek
egemen kamuoyunun ve devlet idaresinin bu “aykırı” kadın hareketine “şimdilik”
bakışı üç aşağı beş yukarı anlaşılmıştır sanırım. Parti kurulamamış ve
seçme-seçilme yolunda aşama henüz kaydedilememişti. Fakat Nezihe Muhiddin ve
arkadaşları mücadelelerine devam etmekte oldukça kararlı idiler. Kadınlar Halk
Fırkası’nı gayri siyasi bir oluşuma devşirerek Türk Kadın Birliği’ni
kurdular. Programları kadınların eğitimi, istihdamı, kimsesiz ve çocuklara
yardım gibi misyonları içerse de oluşumun kadınları siyaset alanına dahil etme
maksadı içten içe sürüyordu. Nitekim 1925 senesinde Kadın Birliği Nezihe Muhiddin
ve Halide Edip’i milletvekilliğine aday olarak gösteriyordu. Fakat iç
karışıklıkların sürdüğü, isyanların ve silahlı muhalefetin kol gezdiği bu
dönemde kadınların talebi “Ortalık karışık zaten” ayarında muğlak
bahanelerle savuşturuldu.
Yerel
seçimlerde aday çıkartmak için toplanan Kadınlar Birliği Kongresi ise bardağı
taşıran son damla olmuştu. Basının şişirmesiyle de galeyana gelen polis birliğe
bir baskın düzenledi. Bir takım usulsüzlükler gerekçe gösterilerek hareketin
başını çeken Nezihe Muhiddin görevinden alındı. Kadın hareketini ete kemiğe
bürüyen, memleket genelinde ses bulmasını sağlayan Nezihe Hanım için felaketler
bundan sonra başlıyordu. Zimmetine para geçirmek gibi adi bir suç ile itham
edilmişti. Kadınların genel ve yerel idarede söz sahibi olması adına partiyi ve
ardından derneği kuran, kendi maddi varlığını bu yolda harcayan Nezihe
Hanım’dan sonra başa gelen Latife Hanım, kadınların siyasi hakları ile
alakadar olup olmayacağı ile alakalı soruya “Biz Nezihe Hanım gibi hayaller
peşinde koşacak değiliz” cevabını verecekti. Evet, siyasi idare bu anonim
ve tutarlı kadın hareketini de kendi dilediği şekilde hizaya getirmişti. Nezihe
Hanım ruhen yaralanmıştı fakat dönemin bir geleneği olarak muhalif isimleri
siyasi ve idari alandan uzaklaştırmak kafi gelmemiş, hayatı onlara zindan etme
furyasına bizzat o da dahil edilmişti. 1934 yılında hükümetin “kendi iradesi
ile” aldığı karar ile kadınlara kotalı bir seçme seçilme hakkı
bahşediyordu. Fakat seçilen ilk dönem kadın idareciler içerisinde ne Nezihe
Hanım ne de onun başlattığı hareketin önde gelenlerinden hiç birisi yoktu. Bir
sürü adam kendi “kadın” hareketlerini inşa etmişler ve lütfetmişlerdi.
Tüm
mesaisini ve varlığını uğrunda harcadığı kadın haklarından ve siyasetten
tamamen el çektirilen Nezihe Hanım bu dönemden sonra aksattığı edebi hayatına
devam etmeyi seçti. Milliyetçilik aromalı 20 roman 300’e yakın da makale yazdı.
Hayatı 1958 yılında bir akıl hastanesinde son buldu.
Nezihe
Muhiddin ateşli ve sıra dışı bir kadın hakları mücadelecisiydi. Fakat bir
tarihi figür olarak bizim onun hikayesinden çıkaracağımız sadece kadın hakları
ile ilgili kalmamalı.
En
başta da belirttiğim üzere, bizim toplumumuzda vücut bulmak üzere olan herhangi
bir yeni düşüncenin, idealin yahut akımın siyasi erkçe ince ayara tabi
tutulmadan kabul görmesi o dönemden bu döneme değin mümkün olamadı. Fakat daha
da vahimi “yenilik” arzusundaki gençlerin halen daha mevzusu geçen hakların
tepeden iner şekilde ve lütfedilerek verildiğini zannetmesidir.
Sahte Vefa Fanzin'den
2 yorum:
Batıdan çıkan "ışığın" bize ulaşması 8 dakika mı sürmeli? Bizim ışığımız onlara kaç dakikada ulaşıyor peki? Sen kimsin, nerdesin, niye yaşıyosun?
lüzumsuzsa batıdan ışık da vurmasın gölge de etmesinler bana kalsa. bugün metropolden ve de metrobüsten anti modernizm kasan tutarsızlığı bile batının kötü taklitçiliğine tercih edebilirim. adım murat sarıyerde karnımı doyurmak için yaşıyorum.
Yorum Gönder